28 Nisan 2012 Cumartesi

YENİ EĞİTİME ADAPTE OLUN


                                 

Eğitim tarihi insanlık tarihi kadar eskidir. Eski Yunan, Roma, Mısır, Çin uygarlıklarında çocukların eğitimleri ile yakından ilgileniliyordu. Dikkati çeken nokta şudur ki Eski Yunan ve Mısır da öğrencilerin sımsıkı bağlandıkları “üstatları” vardı. “Üstat’lar” öğrencilerin derslerini sevmelerini sağlar, ders çalışmayı istemeleri, sınav notlarının yükselmesi için onlara yoldaşlık ederlerdi. Öyle ki, öğrenciler mezun olduktan sonra da üstatlarına bağlı kalırlardı.  Antik Yunanda da eğitim Mısır’dakinden farksızdı. Sokrates öğrencileri etrafına toplar, onlarla birlikte vakit geçirir, sohbet eder, sorular sorar bu yolla öğrencilerin içlerindeki potansiyeli açığa çıkarır, özgüvenlerini arttırır, kendilerini tanımalarını sağlardı. Sofistler şehir şehir gezer çocukların hem hayat okulundaki hem de okul hayatındaki başarılarını yükseltmek için  klavuzluk yaparlardı. Perslerde ise üstatların yaptığı işi pedagoglar yapardı. Çocuklara taa o çağlarda öğrenmeyi öğretmede mahir pedagoglar tutarlardı. Çağlar ilerledikçe bu gelenek unutuldu, dershaneler, butik merkezleri, özel öğretmenler çıktı. Çocuğa bilgi verilmekle başarıya ulaşması sağlanabilineceğine herkes toptan inandırıldı.

Günümüzde durum nedir?

Günümüzde üstatların/ klavuzların/pedagogların yerini öğrenci koçları almıştır. Ama bunlar içinden mesleğini hakkıyla yapan koçlardan söz ediyoruz. Koçluğun, öğrencilerin performansını ve başarısını arttıran etkili bir sistem olduğu tüm dünyada artık daha fazla kabul görmektedir. Kişisel gelişim ve iş dünyasının yanı sıra koçluk okullarda da başarıyla uygulanmaktadır. Öğrenci koçluğu Kanada, ABD. İngiltere, Avustralya, Fransa, Almanya, Belçika gibi ülkelerde gittikçe yaygınlaşmakta ve bu ülkelerin başarılı okullarınca rağbet görmektedir. 
Bugün ülkemizin Ankara, İzmir, özellikle İstanbul'daki çoğu dershanelerinde "eğitim koçluğu" adı altında oldukça kalabalık yüzlerce öğrenci grubu ile ilgilenmek zorunda olan biçare rehber öğretmenlerin başı bu yüzden ağrıyor. Rehber öğretmenler dershane sahiplerinin dayatmaları sonucu "olmadıkları bir şeyi " yapıyormuş gibi davranmak zorunda kalıyorlar. Bir dershanedeki bir rehber öğretmen sabah, öğlen ve hafta sonu gruplarının (takribi 500 öğrenci ediyor) spesifik sorunlarıyla asla ilgilenemez. Buna ne vakti var var ne de kafası böyle bir şeyi alabilir. Profesyonel bir koçluk en çok 10 öğrenci ile yapılırsa sonuçlar mükkembele yaklaşır. İdeal sayı 10'u geçmemelidir.

Ülkemizde  “çocuğumu alır dershaneye verir, birde özel matematik öğretmeni tutarım” kolaycılığına kaçılıyor. Eğitimin “salt bilgileme”, bilgi aktarımıyla özdeş olduğu kabul ediliyor. Bilgilemenin her şeyden yüce ve üstün olduğunu inanılıyor. Avrupa’da ise farklı ve ilginç bir süreçle önemli gelişmeler kaydediliyor. Eğitimin “bilgileme” kısmının yanında psikolojik arka planı göz ardı edilmiyor. Her ikisinin de entegre olduğu, el ele tutuştuğu yeni bir sistem yaygınlaşmış durumda. Kimi öğrenci koçları başarıyı çoğaltıyor. Öğrenci 5 yapacakken 10 yapıyor. Avrupa tedirgin olmak yerine adapte olmayı tercih ediyor ve bu sistem sayesinde Avrupa’da pek çok ailenin yüzü eskisinden daha fazla gülüyor.

YENİ GERÇEKLİK: ÖĞRENCİ KOÇU
Yeni bir çağdayız ve düşünceleri, karar alışları, gelecek planları, yaşam tarzları ile bizlerden çok farklı olan yepyeni bir nesil ile karşı karşıyayız. Bizim gibi olmadıkları için onları suçlu, kendimizi haklı göremeyiz. Suçlamak sadece bir problem içerisinde sıkışmanın ve problemi kalıcı hale getirmenin mükkembel bir yoludur. Çözümün bir parçası olmayan, sorunun bir parçası olur, demiş Goethe. Öyleyse bu yeni nesil ile ilgili hoşnut olmadığımız bir şey varsa, değiştirmek, çözmek için bir şeyler yapmalıyız, yapmayacaksak şikâyet etmemeliyiz.

Bugün eskisinden daha çok öğrencilerinden şikayetçi velilere rastlıyoruz. Hepsi genelde şunu söylüyor: Çocuğum
Hayatta başarılı bir insan olmak istiyor.
Başarılı olmak için neler yapması gerektiğini biliyor.
Bunları niçin yapması  gerektiğini de biliyor.
İsterse nasıl yapabileceğini de biliyor.
Yapmamakla neler kaybedeceğini, yaparsa neler kazanacağını da biliyor.
Ama yine de bir şey yapmıyor, bir türlü eyleme geçmiyor, onu durduran nedir?

Onları durduran eyleme geçememektir. Bugün aldığı kararı yarım saat sonra unutmasıdır. Düşündüğünü hayata geçirme/uygulama becerisinden yoksun oluştur, diğer bir ifadeyle atalettir. Yeni gerçeklik olarak da adlandırdığımız koçluğun sağladığı büyük avantajlardan biride “yapmayı düşünmek ile yapmak arasındaki boşluğu kapatmasıdır. Atalete savaş açması, öğrenciyi harekete geçirmesidir. Koçluk, tembelliği yenmek isteyen atalet savaşçıları için ilk ve tek alternatiftir.

Koçluk Sözleşmesi imzalandıktan sonra koçun yaptığı ilk şey öğrenciyi harekete/eyleme/ geçirmek, bu yolla ataleti yok edip şaşırtıcı sonuçlar almaktır.  Çünkü bir koç her zaman sonuç odaklı çalışır. Koçun psikologdan farkı da budur. Psikolog geçmiş, koç gelecek odaklı çalışır. Özetleyecek olursak: Eylem + Sonuç = Gelecek.

GEÇİCİ EBEVEYNLİK
Bugün daha çok insandan dershanelerin, özel öğretmen tutmanın bir fayda getirmediğini duymaktayız. Dershaneye giden ya da özel öğretmen tutan her 100 öğrenciden ancak 5’i bir bölüme girebilmektedir. Bu acı sonuçlara rağmen veliler çocuklarını ısrarla dershanelere yollamaya, özel öğretmen tutmaya devam etmektedir. Bunu herkes bilir: Eğer her zaman daima yaptığınız şeyi yaparsanız, her zaman daima elde ettiğiniz şeyi elde edersiniz. Eğer daha önce yaptığınız şey işe yaramıyorsa farklı bir şey denemeniz kim ne söylerse söylesin kazancınıza olacaktır.
 Sınavın dershane de kazanılamayacağına inanan koçlar, dershane, okul, ev üçgeninde öğrencinin bütün süreçlerinin sıkı bir biçimde takibini yapıp, kaçış yollarını tıkamakta ve raporlarla velileri bilgilendirmektedir. Koçluk sözleşmesi imzalandığı andan itibaren geçici ebeveynlik hakkını koç veliden devralır.



NASIL BAŞARILI OLUNABİLECEĞİ HAKKINDA EN UFAK BİR FİKİR SAHİBİ OLMAYAN ÇOCUKTAN “BAŞARILI OLMASINI BEKLEMEK” GERÇEKÇİ MİDİR?
Pek çok öğrenci velisi yaygın bir hatanın içindedir. Araştırma bulguları da göstermektedir ki pek çok veli  “nasıl başarılı olunacağı” üzerine çocuklarına hiçbir eğitim verdirmemekte, onlardan direkt olarak “başarılı olmalarını” “bilgileme” yoluyla beklemektedir. Dünya olimpiyatlarına ilk defa katılacak bir maratoncuyu olimpiyatlar hakkında aydınlatmadan harala gürele koşu pistine yollayıp derece yapmasını beklemek…  Bu gerçekçi değildir. Öğrenci koçu öğrenciye önce “nasıl başarılı olunacağını” öğretir sonra “başarılı olması” için başarmak sanatı üzerine bildiklerini paylaşır, ona yarenlik eder. Başarılı sınav sonuçları almak için önce “nasıl başarılı olunacağının” teorik düzlemde anlatılması öğrenciye yaşıtlarından farklı bir avantaj sağlayacaktır. Yaptığı iş hakkında fikir sahibi olan ile fikir sahibi olmayan biri arasında fark vardır.

ZOR OLAN SINAVLAR DEĞİL, ONU ZORLAŞTIRAN BİZİM BAKIŞ AÇIMIZDAKİ BİLGİSİZLİĞİMİZDİR.
Normal durumlarda yetişkinler bile birkaç başarısız girişimlerinden sonra pes ederken, yüzlerce hatayı ardı ardına yapan çocuklar bu durumu nasıl aşacaklar?

Çoğu öğrenci, Matematik, Fen, Sosyal, İngilizce gibi derslerin getirdiği somut baskının yanında, kaygı, endişe, acı, kaçma, bıkkınlık, pes etmek, dikkatini verememek, hırs yapamamak, mazeret bulmak, gibi psikolojik etkenlerinde baskısı altındadır. Çok az aile işin bu boyutunun farkındadır. Matematik, Fen, Sosyal, İngilizce başarısızlığı geçici olarak öğrenciyi durdurabilir; öğrenciyi kalıcı olarak durduran ise inanç sistemidir/bakış açısıdır/tutumlarıdır. “Akıllı insan neyi ihmal etmemesi gerektiğini bilir” diye bir manidar söz vardır.  Psikolojik boyutların hesaba katılmadığı bir sınava hazırlık süreci büyük ölçüde istenen sonuçları vermeyecektir. SBS/YGS/LYS/KPDS/TUS/KPSS…gibi sınavlarda kim ne söylerse söylesin başarının %1’i bilgilenme ise %99’u  azim/hırs ve istektir.

Her öğrenci kendini bekleyen sınavlara hazırlanma yollarını detaylarıyla bilmelidir. Bu konuda en iyi yol, çok fazla sınav tecrübesi olan bir uzmandan başkası olamaz.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder